
Öncelikle okumaktan inanılmaz keyif aldığım bu blogda kalbi kadar temiz beyaz bir sayfa ayırdığı için monochrome’a teşekkürlerimi sunuyorum:) Olaylar pek bi sevgili monochrome’un bir akşam arayıp “blogumda sen de bir yazı yazmak ister misin?” demesiyle başladı. Başta bu beklenmeyen durum karşısında şaşırdım biraz. Sonrasında keyifli olabileceğini düşünürek işe koyuldum.
İlk sırada seçilecek film vardı. Hangisini tercih edeceğimi bilemedim. Özellikle son zamanlarda öyle filmlerin tesiri altında kaldım ki o kadar fazla seçenek arasında çok kararsızdım. Dün ne olduysa şimşekler çaktı kafamda ve bir film geldi aklıma. Bazı insanların hayatında dönüm noktası olarak addedilecek olaylar vardır. Bunlar öyle bir zamanda devreye girer ki, artık vuku bulan olayın/durumun öncesi ve sonrası belirler gidişatı. İşte benim de hayatımda bir film vardı. Yağmurlu bir festival akşamında izlediğim ve sonrasında, “Bir gün bir film izledim ve tüm hayatım değişti.” cümlesini kurabileceğim cinsten bir film.
İlk sırada seçilecek film vardı. Hangisini tercih edeceğimi bilemedim. Özellikle son zamanlarda öyle filmlerin tesiri altında kaldım ki o kadar fazla seçenek arasında çok kararsızdım. Dün ne olduysa şimşekler çaktı kafamda ve bir film geldi aklıma. Bazı insanların hayatında dönüm noktası olarak addedilecek olaylar vardır. Bunlar öyle bir zamanda devreye girer ki, artık vuku bulan olayın/durumun öncesi ve sonrası belirler gidişatı. İşte benim de hayatımda bir film vardı. Yağmurlu bir festival akşamında izlediğim ve sonrasında, “Bir gün bir film izledim ve tüm hayatım değişti.” cümlesini kurabileceğim cinsten bir film.
Soruyorum sizlere Moliére’i nasıl bilirdiniz? Fısıldamalar geliyor kulağıma; ya Cimri’nin yazarı değil mi, ha bir de Fransız, yahu Kibarlık Budalası’nı da o yazmıştı dimi! Pek tabi ortaokul sıralarından itibaren biliyoruz biz bunları. Durun ama bu başka Moliére, yani sizin genelini bildiğiniz ama özelini pek bilmediğiniz. Alt tarafı bir Fransız oyun yazarı da değil üstelik, çok daha fazlası. Künyeye gelelim isterseniz; çok yeni 2007 yapımı, yönetmeni Laurent Tirard kendisini bu film dışında tanımam etmem, peki Moliére mi kim? O da Arsen Lüpen’den tanırsınız belki Romain Duris ki, Fransa’dan çıkma en yetenekli aktörlerden biri. Esas kadın rolünü ise Laura Morante üstleniyor. 
Film 1658 yılında, Moliére’in kumpanyasıyla beraber çeşitli köylerde, kasabalarda çalıştıktan 13 yıl sonra Paris’e dönmeleriyle başlıyor, kısa bir tirattan sonra tekrar 13 yıl geriye asıl olayların başladığı zamana gidiyor. Moliére iflas etmiş bir kumpanya sahibidir ve icralık olup hapse düşer. Şanslıdır ki zengin bir adam onun borçlarını ödemeyi teklif eder, karşılığında ise oyunculuk dersleri vermesini ister. Moliére; Jourdain isimli bu zengin adamın evine yerleşir, ailenin içine dahil olur ve gülünç olaylar silsilesi başlar. Günler geçtikçe bu zengin ama şapşal adamın karısının zerafeti Moliére’in başını döndürür. Jourdain denen kart horoz başka bir kadını etkilemek için çırpınırken diğer tarafta aşk tomurcukları fidan vermiş, Moliére üstün yeteneğiyle leydiyi etkilemeyi başarmıştır derken tam da burada kesiyorum izninizle. Sonrası merak, içimde bir merak, öyle bir merak ki... Diyerek izleyiciye bırakılsın istiyorum. Son olarak Romain Duris’in oyunculuk dersi vererek at takliti yaptığı bir sahne var ki, film bunun için bile izlenebilir.
Mandalina portakal,
Sevgilerle hoşça kal.
Mandalina portakal,
Sevgilerle hoşça kal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder