26 Nisan 2009 Pazar

Il Conformista: Comfortably Numb

Il Conformista/Konformist; Mussolini'nin faşizan İtalya'sında, karşıt görüşlere tahammülü olmayan faşist 'derin' güçlerin toplumla olan çatışmalarını ve bu ortamda yeşeren konformist/pragmatik bir karakterin siyasete, aile kurumuna, din-birey/kadın-erkek ilişkilerine ve bir Bernardo Bertolucci klasiği olarak cinselliğe ve özgürlüklere dair bakışını, yaşadıklarını anlatan, soran-sorgulayan, buradan da çeşitli analizlere ulaşan cinsellik ve siyaset temalı bir filmdir.
''Yanisi'' bu tarz entel yorumlara ve fotoğraflara aldanmayın, feci sıkıcı bir filmdir.

24 Nisan 2009 Cuma

Matrimonio All'İtaliana: Pasta Yeme Sanatı


Piano Piano Bacaksız'da konağın afili üçkağıtçı amcasını oynayan Rutkay Aziz, Bacaksız'a anılarını anlatırken İtalya'yı anar. Odasının duvarına büyük Çizme haritası asılı vaziyette, tatlı tatlı iç geçirir. Sonunda 'yolunu' bulur, Bacaksız'a hamur alması için bir miktar para verir. İkinci Dünya Harbi yıllarıdır ve kıtlık ülkede kol gezmektedir. Parayı alan Bacaksız pastaneye koşar. Pastanenin camekanında küçük bir pasta dilimini görür ve içi gider. Pastayı mı alacaktır yoksa hamuru mu? Canevinden vurulmuş olsa da, vazife aşkı galip gelir. Hamuru alır, pastaneden çıkar Bacaksız. Naif sahne konusunda hayli cömert olan Türk Sinema Tarihi'nin kanımca en naif sahnelerinden biridir bu açıkçası. Rutkay Aziz filmin sonunda Bacaksız'a 'piyano piyano' diyerek İtalya'ya gider. Biz de yanında gidelim ve İtalya'nın en has yönetmenlerinden Sergio Leone'yi ziyaret edelim. Başyapıtı Bir Zamanlar Amerika/Once Upon A Time In America filminde, 'tüyü bitmemiş' ergen kapı önünde yollu bir kız için aldığı pastayı tutmaktadır. Kıza verecektir pastayı, kız da kendisine. Ancak sonunda dayanamaz, her şeyi boş verip pastayı yiyip bitirir kapı önünde. Bu filmden tam yirmi yıl önce çekilen Sophia Loren'in parlattığı Matrimonio All'İtaliana/İtalyan Usulü Evlilik de ise güzel bir sahne de olsa; önlerine yalnızca pasta konmuştur çocukların. Çocuklar da pastayı iştahla yüzlerine, gözlerine bulaştırarak yerler.

Üç film arasında; samimiyet olarak değil ama insanın içinde hissettirdiği duygular anlamında fark bu bence. Filmleri izlemeyip, yalnızca bu üç sahneyi seyredenler bile; bu filmler arasındaki farkları, derinlikleri, benzerlikleri bulabilir kanımca.

21 Nisan 2009 Salı

19 Nisan 2009 Pazar

The Elephant Man: Fırtınalı Bir Hayat


Filmi izleyeli neredeyse bir yıl oluyor. Ancak hala The Elephant Man/Fil Adam hakkında düşününce içimde başka türlü bir kasvet, keder uyanıyor. Hani boğazda yumru bırakmak denir ya, demir leblebi hesabı... Büyük, som trajedi... Anthony Hopkins'in oynadığı doktor karakterinin, Fil Adam'ı ilk kez tam olarak gördüğünde gözlerinden akan yaş damlalarının sebebidir bu. Ağlamadık elbet, gözümüze toz kaçtı. Yahut da ''gözyaşımda saklısın ağlayamamam ki ben'' şarkısına eşlik ettik bir tarihte. Bunun üzerine, David Lynch demek lazım. William Hurt demek.. Çocukluğun soğuk gecelerini anmak lazım belki de.

17 Nisan 2009 Cuma

12 Nisan 2009 Pazar

Ostre Sledovane Vlaky: Silah Yüklü Kervanlar

Kamyonlar Kavun Taşır Ve Ben
Boyuna Onu Düşünürdüm
Kamyonlar Kavun Taşır Ve Ben
Boyuna Onu Düşünürdüm
Niksar'da Evimizdeyken
Küçük Bir Serçe Kadar Hürdüm

Sonra Alem Değişiverdi
Ayrı Su Ayrı Hava Ayrı Toprak
Sonra Alem Değişiverdi
Ayrı Su Ayrı Hava Ayrı Toprak
Mevsimler Ne Çabuk Geçiverdi
Unutmak Unutmak Unutmak

Anladım Bu Şehir Başkadır
Herkes Beni Aldattı Gitti
Anladım Bu Şehir Başkadır
Herkes Beni Aldattı Gitti
Yine Kamyonlar Kavun Taşır
Fakat İçimde Şarkı Bitti

11 Nisan 2009 Cumartesi

Brúðguminn: Evlilik Vaktiyle Bir İhtimaldi Ve Çok Güzeldi


İstanbul'da festival tadı başkadır. Bu sene, geç de olsa teşrif edebildim İstanbul Film Festivali'ne. Çok fazla film seyrettim diyemem ama bu filmi ivedilikle yazmak isterim. Brúðguminn/Belalı Düğün, benim için tam da festivalin aynası bir film. Festival diye baktığımda aynaya, söyle senden daha güzeli var mı diye sorduğumda; bana bu filmlerle cevap versin. Vizyonda görmek mümkün değil, sağda solda duymak, internette farketmek epey güç ve bulup indirmek de imkansıza yakın. Ama festival var, iyi ki de var ve biraz da bu yüzden var. Her şeyden evvel hikayesi, derinliği ve samimiyetiyle etkileyen bir film. İzlanda doğası, 'puslu manzaralar' ve kırlangıçlar benzersiz. Buna bir de müzik, 'ucundan azcık' kurgu oyunları ve altmetin de eklenince tam da festivallik bir film ortaya çıkmış. Müzikler hoş, oyuncular da öyle. Şehir sıcak ama bu film insanı salonda tutar. Emek'te, filmin evvelinde John Malkovich kardeşi de gördük, selam ettik buradan.

5 Nisan 2009 Pazar

W.R.-Misterije Organizma: Kakofoni

Uzun zamandır filmleri İngilizce altyazıyla izliyorum. Hem dilim gelişsin, hem de pratik olsun hesabı; ''dil, din, ırk'' ayırt etmeden önüme gelene aynı muameleyi yapıyorum genelde. Bazı filmleri Türkçe altyazıyla izlemek durumunda kalıyorum elbet. Sözgelimi Woody Allen filmleri... Filmlerinde o kadar çok diyalog, gönderme vs. var ki, Türkçe izlerken bile geç algılayabileceğim şeyler İngilizce olarak gayet kasıyor. Bu pek de tanınmayan film için İngilizce altyazı biraz da zorunluluktu ama sonuç beklentimin de dışında oldu. İzlerken epey zorlandım W.R.-Misterije Organizma/Organizmanın Sırları'nı; bu durumun da eklenmesiyle zaten bayık olan film iyice sıkıcı hale geldi. Zira fena halde didakti ve ötesi belgesel türeviydi. Dedikten sonra, kötüleme seansına ikinci paragrafla devam edeyim.
Film, Freud yamağı Marksist psikanalist Wilhelm Reich'in çalışmalarını esas alıyor. Haliyle de orgazmdan, cinsellikten, anatomiden bahsediyor. Fakat bununla kalsa iyi; sosyalizm, kapitalizm, komünizm, faşizm ve aklına ne gelirse onun eleştirisini yapıyor. Hepsini bir potaya yedirebilmiş de değil üstelik. Hani ilk filmlerini çeken yönetmenlerde görülür, acemiliktendir. Kafalarındaki her şeyi ilgili-ilgisiz, belli bir öze oturtmadan kadraja dökmek isterler. Ancak sonuç ekseriyetle hüsran olur; ortaya müthiş bir kakofoni, yapaylık ve dağınıklık çıkar. Bu filme de bu olmuş işte. Tecrübeli olarak adlandırılabilecek(!) Dusan Makavejev resmen kafasına göre çalmış, oynamış. Üstelik görsel estetik ve sanatsal üslup anlamında Andy Warhol filmlerine 'kağıdını aç da bakayım' demiş gibi. Ben de 'neyse ne' diyorum ve daha da agresife bağlamadan postu sonlandırıyorum.

2 Nisan 2009 Perşembe

Shine: Shine On You Crazy Diamond

Genç Olduğun Zamanları Hatırla
Güneş Gibi Parlıyordun Hani
Parılda Be Çılgın Işığım
Şimdi Bakışlarında Bir Boşluk Var
Gökyüzünde Kara Delikler Gibi
Parılda Artık Çılgın Işığım

Çocukluk Ve Yıldızlık Arasında Kaldın
Çelikten Rüzgarlar Esti Hep
Artiz Kahkaların Hedefi Olan Sen
Gel Efsanem, Yabanım, Delikanlım!
Gel Ve Parla

Sırra Eriştin
Ağladın Sonra Ay'a Bakarak
Çılgın Elmasım Parılda
Gece Gölgeler Geldi Sana
Ve Işığa Maruz Kaldın Sonra
Öyleyse Parla Sen Çılgın Işığım
Misafirliğinden Yedin Hep
Kafana Göre Ziyaretlerin
Ve Resmen Çelik Rüzgarlar Estirmenle
Gel Buraya Alemci, Boyacı, Hapishane Kaçkını Seni!

Hiç Kimse Nerede Olduğunu Bilmiyor
Yer Yarıldı İçine Girdin Sanki
Şimdi Parıldasana Çılgın Elmasım!
Her Şey Üst Üste Yığılmış
Anılar Saçılmış Odaya Her Yere
Ama Biliyorum, Seninle Birlikte Orada Olacağım
Parıldayabilirsin Artık Çılgın Elmas
Ve Biz Avunacağız Geçmişin Zaferleriyle
Çelikten Rüzgarlar Esecek
Gel Sen Delikanlım
Kazananım, Kaybedenim
Gerçek Ve Düş Üstüne
Parılda!

(epey) serbest çeviri