26 Temmuz 2009 Pazar

Ice Age 3: Boğazın 'Buz Gibi' Sularından


Kuruçeşme Arena'daki Boğaz'a nazır açık hava sinemasında, candan öte canlarla birlikte izledim Ice Age 3: Dawn of the Dinosaurs/Buz Devri 3: Dinazorların Şafağı'nı. Ne denilebilir ki? Şahane olmuş. Birbuçuk saatin nasıl geçtiğini hiç mi hiç anlamıyorsunuz ve diğer ikisinden de daha komik bence. Aslında çevrede kimse olmasa anıra anıra gülmesini de bilirdim ama karizmaya reset atmaya gerek yok. Kısaca Sezar'ın hakkı Sezar'a; gidin, görün, gülün.

24 Temmuz 2009 Cuma

Twilight

Twilightmanianın ne serisine, ne popularitesine bulaşmamış biri olarak izledim filmi. Açıkçası film Radiohead videoklipleri görselliğinde ki, filmin sonunda çalan In Rainbows'tan 15 Steps de durumun apaçık işareti. Bunun dışında, MTV/VH1 ergenleri için cool ya da kıyak olabilse de konsantre Smallville olmaktan öteye geçmedi film benim için. İmdb'den bu kadar düşük-şu an için 6.0- almayı da haketmiyor gerçi ama serinin yeni filmi Twilight Saga da çıkacak ve bu seri de böyle uzayacak ya fuckin' waste diyorum.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Ferris Bueller's Day Off: Twist And Shout


Sempatik kerata, yetenekli hayta diye tanıtılan ancak ukala piçin teki olan(hey dostum sadece eğleniyorduk ha?) Ferris Bueller'in okulu asarak geçirdiği boş gününde, yaşadığı ''birbirinden ilginç olaylar'' ve yaptığı şaklabanlıklar olarak özetlenebilir film. Tabi sevgilisi ve kankası da onunla birlikte, olayın içinde. Velhasıl; ''kahramanlarımız, maceradan maceraya koşarken izleyicilere keyifli anlar yaşatıyorlar''. Alaycılık bir yana, elbet keyifli anlar var ama alabildiğine durağan, nedense sıkıcı bir modu var filmin. Zaten Ferris Bueller'i gözüm hiç tutmadı, kimsenin de tutmasın; dostunun babasının Ferrari'sini hacamat ettiren ve sonra da dostuna satışı koyarak, onu sap gibi bırakan bir 'servet düşmanı'ndan bahsediyoruz! Yalnız bunu yazarken bile yüreğime bir hençer saplandı. Seni hiç sevmedim Ferris Bueller, eminim tanısam babanı da sevmezdim.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Chubbchubbs

Veuillez installer Flash Player pour lire la vidéo

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Paper Moon: Ayın Merkezine Yolculuk

Az kişinin pek iyi bildiği filmlerden biri olması nedeniyle, şanslı azınlıktan biri olarak kendimi addetmemi sağlamış film. Yönetmen Peter Bogdanoviç'in The Last Picture Show'un ardından çektiği en iyi film. Kurgunun, metnin ve diyalogların şahane aktığı film. Başrollerinde bir anlamda baba-kızı oynayan oyuncuların gerçekten de baba kız olduğu, ufaklığınsa şahane iş çıkardığı film. Osman Seden'in çektiği Tarık Akan, Necla Nazır ve Sarı Vosvos'lu Ateş Böceği'nin çokça esinlendiği film. Adını ay şeklindeki dekorun üstüne oturularak çekilen hatıra fotoğraflarından alan film. Güzel film, vesselam...

12 Temmuz 2009 Pazar

Rushmore: My First Sex Teacher


Türkiye'ye dağıtımı esnasında yapılan gereksiz ve manasız Çılgın Liseliler isimli çevirisine bakılarak, aptal Amerikan gençlik filmlerine benzetilebilir Rushmore. Ancak filmi çeken Wes Anderson olunca tüm bu olumsuz önyargıları bir kenara bırakmak ve 'keyiflendir ulan bizi' diyerek abur cuburla koltuğa uzanmak farz oluyor. O da sağolsun, bizleri kırmıyor ve eğlenceli bir 1,5 saat beklentimize 'varım diyor'. Filmde kurduğu onlarca dernekle birlikte; 'kalaslıkta sınır tanımayan oyuncular derneği'ne de el atması gereken, böylesine epik bir karakteri bu kadar mal ve ruhsuz oynayan Jason Schwartzman'ı, her daim muhteşem Bill Murray'i ve bu düşük bütçeli filme katkılarından ötürü Olivia Williams, Brian Cox ve Seymour Cassel'ı(imdb cast liste dönmem an meselesi) tebrik etmek gerek. Yalnızca geleceğe dair umutla-umutsuzluk arasında kalan sonu değil, filmin kendisinin de bana The Graduate/Mezuniyet filmini bir şekilde hatırlattığını da söyleyerek (söylemezsem de çatlardım zaten)...

10 Temmuz 2009 Cuma

Devrim


Karl Marx, ''görünen gerçek olsaydı bilimlere gerek olmazdı'' der. Biz 'filmler' yapalım ve görünenin yahut gösterilenin ardında kalan, gizli gerçeği ortaya çıkarmak için cesurca bir işe kalkışmış Türk Sineması'nın son dönemlerdeki en büyük başarılarından birini incelemeye koyulalım. Filmimiz Devrim Arabaları, gerçek hikayesi gibi film de bir yüz akı...
At, avrat, silah geleneğinin başında gelerek çağlar boyunca kültürün temel öğesi haline gelmiş, endüstrileşme ve modernleşme sürecinde Araba Sevdası'na dönüşmüş bu tutku Türk Tarihi'nin, beşerinin önemli bir parçası aslında. Devrim ise dönemi itibariyle, o dönüşüm sürecinin tüm özelliklerini içinde barındıran ve bu açıdan da oldukça hayati bir nitelik taşıyan, arabadan da öte bir semboldü. Zira Türkiye'nin 'muassır medeniyetler' seviyesine çıkma gayretini gösterecek, modernleşme yolunda atılabilecek en önemli adımlardan biriydi. Abartılı da olsa, bir nevi Ay'a ayak basmakla özdeşleştirilebilir bu ülke adına. Çünkü Ay'daki adım, astronot için küçük, insanlık için büyük bir adımdı. Devrim de insanımız için gerçekten büyük bir adım olacaktı. Tıpkı bu modernleşme çabasını destekleyen ve hatta itekleyen Reis-i Cumhur Cemal Gürsel'in dediği gibi; ''Millet bu arabanın yürüdüğünü bir görsün, uçar uçar''. Aslında şarkıdaki gibi otomobil de uçar gider ama ''ben talihin peşindeyim/talih benden kaçar gider'' demiş şarkının devamında Vecdi Bingöl. Not düşülsün; talih, bir makus talihtir. Bu ülkenin makus tarihidir. Talih yüze gülse; 'sırıtık' der, 'emme basma tulumba' der, 'ne gülüyosun ben gülüyor muyum?' der, der de der. Sonunda talihin yüzü de ekşir haliyle. Çünkü ''Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz'' filmde de geçtiği üzere. Sokaklarda 'devrim'in dolaşmasına müsaade edilmez. Yakılır, yıkılır, hapse atılır, işkence edilir, ip üstüne oynatılır, ipte sallandırılır da hiçbir şey değişmez. Değiştirilenler ve unutulanlar dışında tabi... Ne de olsa 'icat çıkarma başımıza', 'ne gereği var?', 'sanki eskiden var mıydı?', 'boşver ya ne uğraşacaksın', 'bilim adamı mı olacaan' yahut 'anarşik mi kesildin başımıza?', 'düşünme, kafayı yersin', 'elin ekmek tutsun ondan sonra yaparsın/eh elin de ekmek tuttu evlen artık/evlendin, senin sorumlulukların var, kendine çekidüzen ver', 'memleketi sen mi kurtarıcan?'
Devrim bir semboldü işte; bu 'yalnız ve güzel ülkenin' modernleşmeyle imtihanının bir sembolü, hüzünlü hikayesi ve acı gerçeğiydi. Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.

7 Temmuz 2009 Salı

100

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Stroszek: Aklımın İplerini Saldım

Göçmenlik, güçsüzlük, yoksulluk, yoksunluk gibi gri, 'puslu manzalar'a dair bir Werner Herzog demir leblebisi. Ne yenilir, ne yutulur olayının da ötesinde taşınmıyor bile. Gerçekten ağır, yoğun bir demir leblebi bu. Başrolünde oynayan Bruno S.'in kendi hayatından çeşitli kesitlerin yer aldığı film, karamsarlığıyla insanın canını sıkıyor. Bu eğlence karşıtı can sıkıntısı anlamında değil; içten, canda bir sıkıntı hali oluyor filmle ilgili. Amiyane tabirle 'alışmadık götte don durmaz' temelli yapısı, yankee diyarında dans eden ve piyano çalan tavuklarla sona ermesi ve film boyunca akan hüzünlü, güzel müzikleriyle kuşkusuz acı bir film. Herzog, filmleri tüketip unutmaya alışmış bünyelere demir leblebisiyle 'orada bir dur hele' diyor.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

The Philadelphia Story: It Had To Be You


Tarihi göz korkutmasın. Aynı film hiçbir değişikliğe uğramasın, yalnızca görüntü kalitesine ve rengine bugünün teknolojisi uygulansın The Philadelphia Story/Philadelphia Hikayesi gişede büyük olay yaratır. Bu açıklamayı yaptıktan sonra ise tarihi açıklıyorum; 1940. Dağılabilirsiniz... Gözü korkanlar yahut o ne antik bir filmmiş öyle, ne işim olur diyenler çoktan gittiler, başbaşayız yani. Bir düğün komedisi ve Hollywood'un görkemli döneminin klasik eserlerinden biri olarak çokça sevilen bir filmdir bu fairytale. Üç baba oyuncu sürükler filmi. Katherine Hepburn filmin paylaşılamayan esas kızı, 'hatunların efendi yerine piç tercihi' temasına can veren Cary Grant ve rolündeki kaypaklık nedeniyle monitör karşısında isyankar bir moda girmemi sağlamış, çok sevdiğim James Stewart harika performanslar sergiliyorlar. Bu filme de yazacağım bu kadardı işte. Yine de dağılın demiyorum, hobi olarak yine dağılın.

3 Temmuz 2009 Cuma

The Ox-Bow İncident: Darağacında Üç Fidan


''Adalet, her zaman adil değilmiş'' demek, sadece bizim topraklara özgü değil elbet. Amerika'nın Nevada Eyaleti'nde, kovboyların ve kızışmış rednecklerin cirit attığı bir kasabada yerli olmayan üç genç, çok farklı bir adalet mekanizmasıyla karşı karşıya gelirler. ''Şerif yok, yargıç yok, meşruiyet yok ne var lan?'' sorusu zihinleri kurcalayadursun, ilmikler masum gençlerin boyunlarına hiç kalp sızlamadan, vicdan yapmadan geçirilir. İnsanlığın, hakkaniyetin ve demokrasinin 'adaletin bu mu dünya?' dercesine sorgulandığı ve üzerine şamarlandığı The Ox-Bow İncident/Ox Bow Olayı tamamıyla gerçek bir olay üzerine yazılmış bir kitabın sinema uyarlaması. 1943 yapımı western, 75 dakika ama hala çok etkileyici.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Le Scaphandre Et Le Papillon: All The World Is Green


Filmi bu kadar güzel ve anlamlı kılan soundtrackinin şerefine kaldırıyorum kadehimi! Al The World Is Green, La Mer, Green Grass gibi şarkılarla akla ve kalbe nakletti bu film kendisini. İçerik babında biraz zayıf olsa da, yönetmenlik açısından vasat bir kariyer çizen Julian Schanabel'in açık ara doruk noktası olan Le Scaphandre Et Le Papillon/Kelebek Ve Dalgıç Giysisi naifliği, sakinliği ve gerçek hayattan uyarlanmış nedeniyle insanın içini buruyor. Bunun üzerine de kadeh kaldırılmaz işte. Sam, As Time Goes By'ı çalmıyor çünkü...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Mujeres Al Borde De Un Ataqué De Nervios: Aşk, Raks, Entrika


Zil Şal Ve Gül
Bu Bahçede Raksın Bütün Hızı
Şevk Akşamında Endülüs Üç Defa Kırmızı

Aşkın Sihirli Şarkısı Yüzlerce Dildedir
İspanya Neşesiyle Bu Akşam Bu Zildedir
Yelpaze Çevrilir Gibi Birden Dönüşleri
İşveyle Devriliş Örtünüşleri

Her Rengi İstemez Gözümüz Şimdi Aldadır
İspanya Dalga Dalga Bu Akşam Bu Şaldadır
Alnında Halka Halkadır Aşüfte Kakülü
Göğsünde Yosma Gırnatanın En Güzel Gülü

Altın Kadeh Her Elde Güneş Her Gönüldedir
İspanya Varlığıyla Bu Akşam Bu Güldedir
Raks Ortasında Bir Durup Oynar Yürür Gibi
Bir Baş Çevirmesiyle Bakar Öldürür Gibi

Gül Tenli Kor Dudaklı Kömür Gözlü Sürmeli
Şeytan Diyor Ki Sarmalı Yüz Kere Öpmeli
Gözler Kamaştıran Şala Meftun Eden Güle
Her Kalbi Dolduran Zile Her Sineden "Ole!"